Sayfalar

www.mabutuner.com

17.11.2010

REFLEKS

Geçmişten ders almak... işi zorlaştıran bu işte. Tecrübeler ve ders çıkarmalar sadece geçmişle ilgili, gelecek çıkarılacak derslerle ve edinilecek tecrübelerle dolu ve onların neler oldukları ne yazık ki bilinmiyor.

Dünyanın en zor işlerinden biri de başkalarının tecrübelerinden ve derslerinden yararlanmak... Başarabilen var mı! Ben hiçbir zaman bu değerlendirmeyi yapabilecek kadar akıllı olamadım. "Ben o kadar akıllıyım." diyebileceğini düşünen varsa bulunduğu noktaya bakmadan bunu söylemesin...

Yaşananlar başka başka insanlar tarafından defalarca yaşanıyor. Aslında hepimiz bir kişiyiz: İnsanlık... ve ne yazık ki... hayat uzun soluklu bir refleks.

8.11.2010

ESKİ BİR GÜNLÜKTEN


21.05.2006
Müthiş sıcak bir gün. Deniz serinliğinden muaf tutulmuş bir kıyı şehri. Şehir mi, değil mi tartışılır. Düzensiz bir yapılaşma. İki koldan limanlarca kucaklanmış geniş bir kıyı şeridi tankerlerin, şileplerin eksik etmedikleri mazotlarla ve pis, yeşil deniz yosunlarıyla kaplanmış. Denizin pisliğine inat boylu boyunca uzanan şehri sırtlamış tepeler; yemyeşil, geniş bir yürüyüş parkuru, parklar, bahçeler.
Gençler erkeklerden ibaret. Kızlar genelde liseli, bir iki tane üniversite yaşında ama üniversiteye gitmemiş; erkekler ise büyük olasılıkla seneye vatani görevlerini yapacaklar. Şehirde üniversite olmadığından esas gençlik başka şehirlerde.
Pazar günü çarşı yarı yarıya kapalı ve bu sayede fazla kalabalığı yok, hatta yer yer tenha. İnsanların çoğu lise mezunu görünümlü. Böyle bir sınıflama doğru mu, yanlış mı, bilemiyorum; ancak gerçek bu. Eğitimli, donanımlı insan havasında birine rastlamak tesadüflere bağlı.
Bu şehirde kafe ya da kafeterya denilen yerler kahvehanenin zenginleştirilmişi gibi duruyor. Hemen hepsinde okey, tavla, kağıt oyunları oynanıyor.

1.11.2010

ASKERDEN KALANLAR

Askerliğimi Karadeniz Ereğli Askerlik Şubesi'nde, Şube Çavuşu olarak, kısa dönem yapmıştım. İşte o dönemden kalan üç parça hatıra...

1. Künye: İki adet metal plaka ve bir adet zincirden teşekkül. Üstünde adım soyadım, memleketim, devrem ve kan grubum yazılı.

2. Kurşun: Gece şube önünde nöbet turu atarken üstümüzden geçip şube binası girişindeki levhaya çarpıp seken düğün kurşunu. Kafama gelse düğün kurşunuyla şehit olmuş ilk asker olurdum herhalde.

3. İsimlik: Askeri kıyafetimin göğsüne yapıştırdığım, kalın kumaş üzerine yazılış, arkası cırtcırtlı soyadım.



Askerliğimden somut olarak kalanlar bunlar. Komutanlarımın hoşgörüve iyi niyetleri buraya sığmaz. Ve tabii ki şube çalışanları... Hepsine selam duruyorum!

12.08.2010

FARE ÜÇLEMESİ

Aynı şantiyenin önünde beşer metre arayla üç fare. Bizim şantiye değil ama, bak Allah var, bizim kaldığımız yerde değil fare, böcük yok. Bir tek ben varım, ben de sevgi böcüsüyüm.

1. Fare asfalta yapışmış fare: Karayollları Faresi


2.Fare fosilleşip petrole dönmek üzere olan fare: Arkeoloji Faresi


3. Fare yeni mefta. Daha helvasının fıstığı pembeleşmemiş. Boyutu sanırım bir fikir verebilir, en azından boyutları belli: 3 Boyutlu Fare

10.08.2010

ÇATI KATI

Olimpos tatili dönüşü şehirlerarası ulaşım için Antalya'ya gittim. Dolmuşun önünde oturuyordum, bu görüntüyü fark edince üşenmedim, erinmedim yerdeki sırt çantamdan kameramı bulup çatının fotoğrafını çektim.Şoför birkaç kez yola bakmaktan vazgeçip benim nereye baktığımı bulmaya çalıştı, sanırım bir anlam veremedi.

Görüntü bu işte! Bir anlam verebildiyseniz...

29.05.2010

KÜLHANBEYİ OLSAYDIM

Dostlarım bana souyorlar: "Anıl Külhanbeyi olsaydın nasıl olurdun?"

Onlara diyorum ki: "Etmeyin eylemeyin a dostlar, benden külhanbeyi olmaz."

Ama kim dinler beni. Bir ısrar bir kıyamet ille külhanbeyi olayım diye...

Geçen hafta sonu (saçları kökünden kestirmeden önce) "Hadi," dedim "dostlarımı kırmayayım da bir külhanbeyi oluvereyim bari." İşte o görüntüler.



Bu fesi sanırım 15 sene önce Çeşme'de almış ve şapkam olmadığı için sahile bir süre fesle gitmiştim. Şükür ki Jandarma "Şapka Kanunu'na muhalefet"ten yakalayıp içeri atmamış.


Sizin de gördüğünüz üzere benden külhanbeyi de olmuyor...

10.05.2010

BİR KİŞİ YOK

Yakında -kısmetse- Libya'ya gideceğim. Orada bir inşaat şirketinin gümrük işlemleriyle ve gümrükten çekilen malların ilgili bölgelere sevkiyatıyla ilgileneceğim. Libya'da bir tanıdığım yok. Hayatımda ilk kez Libya'ya gideceğim ve gideceğim ortam konusunda bir fikrim yok. Her şey sürpriz benim için.

İşin ilginç yanı şu ki Ankara'da yaşıyorum ve Ankara'da da BİR KİŞİ yok. Hani bir sevgilim olsa, "Gitme Anıl." dese "Gitmem sevgilim." derim ona... ama o da yok.

Çok sıradan bir hayatım var. Ot gibi yaşıyorum, desem yeridir. Zevklerimi, keyif aldıklarımı paylaşabileceğim kimse yok. Artık bir şeylerden keyif aldığım da yok galiba. Aslında bir yazara yakışır bir hayat yaşıyorum sayılır; ama bir yazar olabilecek yeteneğim de yok. Acı gerçek şu ki kapasitesi sınırlı bir insanım, edebiyata, müziğe, zanaatlere yatkınlığım yok; insanlığın %90'ından bir farkım yok. Memur olmak için yaratılmışım sanki. Kendimi geliştirmeme yardımcı olabilecek gençlik ateşimi ise yıllar önce kaybettim sanırım. Artık herkesten ve her şeyden ve en çok da kendimden nefret ediyorum... ama nefretimi dışa vurabilecek cesaretim de yok.

Bazen neden yaşadığımı soruyorum kendime... İnanır mısınız, bir cevabım bile yok... ama bir tespitim var:

Hayat güzel, onu zorlaştıran yaşamak.

4.05.2010

EFSANE KAZAK

İşte o Kazak... Beklenen Kazak gün yüzüne çıkıyor... Hırka-i Şerif değil elbette; ama kendince anlamlı bir Kazak.

Bu Kazak'ı maçlar şifreli yayınlarla verilmeye başlandığı senede (sanırım 1996) ve devamında, sigara dumanları altında, eve en yakın kıraathanede heba ettim. Fenerbahçe'nin tüm maçlarını bu Kazak bilir. Nice şampiyonluklar gördü, nice hayal kırıklıkları yaşadı... dili olsa da anlatsa. Nice küfürler duydu, nice gözyaşları gördü... dili olsa da anlatsa. Hep bu Kazak. O kadar ki bizi fakir sanıp bana yeni bir kazak almak üzere para toplamaya kalkışmışlardı. Yanılmışlardı.

Ve ne yazıktır ki bu vefalı Kazak her seferinde, maç bitip de eve dönüldüğünde, rezil sigara kokularıyla birlikte ara odanın ortasına, bir başına bırakıldı, halının ortasına terk edildi. Niye? Sırf sigara dumanını göğüslediği  için... yalnızca sigara dumanı koktuğu için... diğer giysilerden uzak tutuldu.

Son bir yıl en mutlu yıllarıydı Kazak'ın; çünkü artık kıraathanede bile sigara içilemiyordu. Lakin! Acı son, her tekstil ürününe olduğu gibi ona da yüzünü gösterdi ve Kazak kullanım süresini doldurdu. Aslında kullanım süresi çoktan dolmuştu; ama atmaya kıyamamıştım. Onca yılın yalnızlığını yüklendiği için ödüllendirilmeliydi ve Kazak'ın ödülü fazla fazla giyilmek oldu.

Artık emekliye ayrılıyor. Yolun açık olsun Kazak. Kusur ettimse affet beni; ama şunu bilesin ki seni hep sevdim ve doya doya kullandım... Elveda.

2.05.2010

PAZAR ÇELİŞKİSİ

Bugün (Pazar) balık tutmak için buraya gittik. Akyar Barajı. Ankara'ya içme suyu sağlıyor, Allah razı olsun. Şu manzaranın güzelliğine bir bakın; fakat...


..fakat bizim arkadaşlar (boy band) tam olarak bir saat tartıştıktan sonra...


...oturduğumuz yere bakın. Belki de barajın tek kayalık kıyısına oturduk.


Oysa benim önerdiğim yer tam da burasıydı.


Bir daha da bu ekiple balığa gidersem...

25.04.2010

BİR ZAMANLAR MABU

Doğru tahmin ettiniz, ben de bir zamanlar küçüktüm. Kim derdi ki fotoğraftaki bendeniz, o tatlı, o şirin, o dünya şekeri bendeniz büyüyüp de tadı tuzu kaçmış kazulet bir adam olup çıkayım...

İşte bir zamanlar böyleydim ben.Bir zamanlar MABU.

11.04.2010

NTVSPOR

NTVSPOR Galatasaray-Diyarbakırspor karşılaşmasının saat 19:00'da oynanacağını hatırlatıyor altyazı ile ve Galatasaray'ın kadrosunu veriyor.

Peki, ya Diyabakırspor'un kadrosu?

Kimin umurunda, değil mi!

Kadroları açıklamanın bir zamanı var ve o zamandan önce takım yetkilileri kadrolarını Federasyon yetkililerine bildirmek zorundalar. Demek ki Diyabakırspor kadrosunu açıklamamış. Ya da açıklamış ama NTVSPOR pek önemsememiş. İşin gerçeğini merak ediyorum.

İşte size spor kanalı.

9.04.2010

TİYATRODAYDIM-2

Lefkoşe Belediye Tiyatrosu turne için Ankara'ya gelmiş gitmemek olmazdı-2. Gittim-2.

Oyun Passa Tempo. Yazan, yöneten Aliye Ummanel... Oda Tiyatrosu.

"Pasadembo" halk ağzındaki söylenişi. Hangi halk? Kıbrıslılar "pasadembo" diyormuş kabakçekirdeği'ne. Latince olan Passa Tempo'nun anlamı "zaman geçirmek"miş. Yani kabakçekirdeği yiyen, çitleyen birini görürseniz bilin ki arazi o, zaman öldürüyor eşek sıpası.

Kısaca konu savaşta eşini kaybeden ve karnındaki çocuğa kurşun izbet etmesiyle çocuğunu da sakat doğuran annenin bugün ve geçmiş ikilemi. Bir yandan eşiyle hayalarde konuşuyor, diğer yandan geçmişi lanetlemiş sakat oğlunun dramına ortak oluyor. "Geçmiş çok uzak, gelecek de..." yazıyor tanıtımda.

Bir kadın, bir adam -genç. Adam hem babayı hem çocuğu oynuyordu. İki oyuncu da bir önceki Tiyatrodaydım'da bahsettiğim "Ölü Kentin Nabzı'nda da rol alıyorlardı.

Oyun yarım saatlik... ti.. herhalde?.. Ben anlamadım. Yarım saat geçmişti ki sahnenin kararmasıyla arkadan "yalaka" denebilecek kıvamda bir ses alkış eşliğinde "bravo" diye bağırınca ve bu bağırtısında diretince oyuncular çıkıp selam verdiler.  Herkes alkışladı. Adam eliyle ışığa siper yaptı ve oyun yazarını sahneye davet etti. Üçlediler sahneyi. Hepsini birden alkışladık. Oyuncular çekildiler ve biz kaldık. Kimse anlamadı ne olduğunu. Ben kalkıp çişe gittim. Çişten çıktığımda antrede birileri gidip gitmemek kararsızlığını yaşıyordu.  Bir görevli elinde tabakla kabak çekirdeği dağıtıyordu. Vestiyerden montumu ve şemsiyemi aldım, çıktım. İnşallah oyun bitmişti... Yani bitmiş gibiydi... fena bitmedi, bittiyse... Eğer devam etmişse yazık olmuş, böyle iyiydi.

Bugün bir ara masa başında hesap yaparken 'Ulen, acaba arayıp sorsam mı?' diye düşündüm. Dün sorsaydım olurdu; ama bugün sorunca 'arkası yarın' olacağından tırstım...


("Kabak çekirdeği hangisiydi?" diye soracak olursanız, işte buydu, sarışın olan çekirdek.)

Acaba bitmiş miydi? Damn it!.. Gördün mü başıma geleni, artık oyun hiç bitmeyecek.

7.04.2010

TİYATRODAYDIM

Lefkoşe Belediye Tiyatrosu turne için Ankara'ya gelmiş gitmemek olmazdı. Gittim.

Orhan Asena'dan Ölü Kentin Nabzı. Şili'de namı yürümüş ve dünyaya yayılmış baskıcı/diktatör lider Augusto Pinochet üzerinden baskı/dikta yönetimi ile bağımsızlık, demokrasi çatışması vs... ve Devlet Tiyatrolarının üstünden bir türlü atamadığı Sosyalizm PAZARLAMASI... (Devlet Tiyatroları'nın Lefkoşe ile bağlantısı nedir bilemem; ama eser sanki DT çıkışlı, yönlendirmeli gibiydi.)

Tiyatro askeri okuldan emirle/gönüllü gelmiş genç askerlerle doluydu. Doğal olarak, 15-18 arası görünen bu genç asker adaylarının neredeyse tamamı sıkıldı, koltuğuna kaykıldı, uyukladı, sağa sola döndü; ama en azından aralarında sivil halk gibi telefonuyla uğraşıp duran eşekoğlu eşekler yoktu. Yalnız şunu eklemeden geçemeyeceğim, çoğu askerin üstünde İngilizce ifadelerle bezeli montlar, giysiler vardı. Aslına bakılırsa hepimiz giyiyoruz; ama nedense askerde daha bir garip duruyor sanki, insanın "Asker de İngilizce giyerse..." diyesi geliyor.

Sahnede iyi oyuncular ve kötü oyuncular vardı. Ben oldum bittim PAZARLAMA siyaseti sevememişimdir. Bu yüzden oyunu beğendiğimi söyleyemeyeceğim... Birkaç kez kulağıma Kıbrıs şivesi geldi, dikkat çekecek bir durum söz konusu değildi.

Tiyatronun kafeteryasını özel bir firmanın işletmesi öğrenci ve askerlerin X2 fiyata satılan ürünlerden uzak durmalarına neden oldu sanırım. Küçük su 1 TL.... Küçük su dedim de aklıma geldi, Allah'tan çiş parasız. Tuvalet de özel sektöre geçerse oyuna pis kokular karışabilir, uyarmadı demeyin.

Ne olursa olsun, tiyatro iyidir.

5.04.2010

TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR

Geçtiğimiz haftasonu Burnley kendi evinde Manchester City'ye 6-1 yenildi. İlk önce 6 golü kalesinde gördü, sonunda 1 gol attı ve durumu 1-6'ya getirdi. O biricik golden sonra kale arkasındaki Burnley taraftarlarının sevincini ve takımlarını nasıl alkışladıklarını görmelisiniz.

Burnley-1
Manchester City-6

izlemek için tıkla

3.04.2010

BİLGİSAYAR MASAÜSTÜ

Bilgisayarımın masaüstüne hakkettiği değeri vermeyi düşündüm. O bunu fazlasıyla hakketti.

İşte benim bilgisayar masaüstüm böyle.

2.04.2010

KEDİNİN TEPKİSİ

İbn-i Sina Acil girişinde mermer bir heykel var. Benim pek beğendiğim bir çalışma değil, hatta itici buluyorum. Eleştirel bakışımı kime ve nasıl söyleyebileceğimi bilememiştim; ama kedi en azından tepkisini nasıl gösterebileceğini biliyordu: Melih Gökçek tarzı.

31.03.2010

BERDUŞ BÖYLE BUYURDU

Benim de berduş dönemlerim oldu. İşte onlardan biri.


Severim bu pozumu. Pozlarımın çoğu bir halta benzemediğinden ve bendeniz dünyanın en na-fotojenik, anti-fotojenik, fotojeniksiz insanı olduğumdan bu duruşa razıyım. Artık pideciden mi çıkmışım, nereden ağzıma yapıştıysa o kürden, öyle Red Kit gibi poz vermişim.

Berduş Böyle Buyurdu da benden bir eser olsun dünyaya... ben hep öldükten sonra gülünecek bir komedyen olmayı hayal ettim.

30.03.2010

KUŞLAR İKİ KERE DÜŞÜNSÜN

Hani geçen hafta kuşlarla ilgili GÜVERCİN K-9 başlığında bir yazı yazmıştım. Hatırladınız mı?

Hatırlamadıysanız ve hatırlamak istiyorsanız BİR'e basın, hatırladıysanız İKİ'ye basın. "Umurumda değil." diyorsanız ÜÇ'e basın.

BİR... İKİ... ÜÇ...

İşte o yazıdan sonra Güvercinlerde bana karşı bir tepki, bir tavır alış gözlemledim. Eleştiriye tahammülü olmayan bu türü kınadığımı belirtmek isterim. Ayrıca bugün "Kafana sıçarız." gibisinden tepemde sürü halinde dolaşmalarının da hiç medeni bir hareket olmadığını söyleyeyim.

Toplumun barışa ihtiyacı var, gerilime değil. Tüm kuşları sıçmadan önce iki kere düşünmeye davet ediyorum.

29.03.2010

BU NE?

Şimdi fotoğrafa bakıyorsunuz ve bunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Elbette aslında ne olduğunu biliyorsunuz da ne için orada durduğunu anlamaya çalışıyorsunuz.

Bu görmüş olduğunuz kamyon kasası Seğmenler Parkı girişlerinden birine konmuş çöp kutusu. Evet, doğru okudunuz: Çöp Kutusu. Park temizlendiğinde pislikler, kağıt, şişe, süpürülmüş yaprak, çalı çırpı, gazete vs. bunun içinde toplanıyor.

Peki ama neden bu?

Cevabı çok basit: Kamyon kasasından çöp kutusu kullanıyoruz memleketin göbeğinde; çünkü bizi yönetenlerin görgüsü bu kadar. Avrupa Başkenti seçilmiş(!) Ankara'nın görgüsü bu kadar. İşçileri gel git yapmasın diye bütün pislikleri, çöpleri kamyon kasasında biriktirip bir seferde topluyorlar.

AVATAR YORUMU

Bugün bir ilke imza atarak bir twitter'cının avatarını yorumlayacağım. İsim vermeyeceğim.

Öncelikle belirtmek isterim ki bu şahsın son avatarında gördüklerim beni şoke etti. Kendisi tontiş olan bu şahsın yalnızca yanakları değil, burnu da tontişmiş meğersem. Burnuna 10 veriyorum.

Avatarda saçlar deniz vurgunu yemiş. Denizden çıktıktan sonra fırça değmemiş, özensiz. "Güzel olmama gerek yok, sahilde bu kadar abazan erkek varken ne olsa bana bakan biri çıkar." diye düşünmüş galiba. Saçlara 3 veriyorum. Ama kaşlara diyecek yok, güzel şekillendirilmiş, sinsi, 8. Gözlerde ise fok balığı şirinliği var. Gözlere 9.

Avatara sarı hakim, anlaşılan bütün kış kabak yemeği yenmiş. Tende tam bir bronzlaşma görülmüyor, hassas cildin ipuçları bunlar. Cilde 6,5. Objektife atılmış çapkınca bakıştan anlaşıldığı kadarıyla henüz istediği erkeği tavlayamamış. Bakışa 9. (Biraz kaba saba konuşmasını (yazışmasını), edepsizliğini bildiğim için bu gidişle istediği erkeği tavlayabileceğini de sanmıyorum. Tabii o da diğer dişiler gibi öküzden hoşlanıyorsa orasını bilemem.)

Daha önceki avatarlarında hep bir gizem, hep bir kaçamak duruş varken bu sefer biraz daha kabuğundan çıkmış sanki. Sosyalleşmeye başlamış gibi. Hani ancak psikoya gitmiş biri böyle bir gelişme gösterebilir. Özgüvene 7. Benimki kadar "haycan" gibi entel duramamışsa da "ergen/teen-age" duruşunu başarıyla sergilemiş. Duruşa 9. Amerika'da olsaymış Dawson's Creek'te (Davsın'ın Kırığı) rol alabilirmiş.

Kendisine, taktir alacağım diye fazla yüklenmemesini, inekleyerek sınıf geçenlerin yalnızca inekleyerek geçtiklerinin gerçek hayatta çok belli olduğunu hatırlatmak isterim. Ezberleme, öğren. Ayrıca Cem Yılmaz gibi ahmakça yorumlar yapıp okulda öğrendiklerinin gerçek hayatta hiçbir işine yaramayacağı konusunda anlamsız espriler yapmamasını da tavsiye ederim. Gerçi kendisi Recep İvedik'e bile gülüyor ya... neyse.

Demem o ki a dostlar, bu tontiş ve edepsiz kızımıza hayatta başarılar dilerim. Unutmadan: Tiyatro diye bir şey var!

27.03.2010

SON HALİM BU


Havaların ısınmasıyla birlikte sakaldan, bıyıktan yavaş yavaş kurtulmak gerekiyor. Son halim bu. Sokakta görüp de vallahi tanıyamadım ayaklarına yatarak selam vermeden geçenin topuğuna sıkarım.

BUGÜN ANKARA METROSUNDA

Bugün Ankara metrosunda bu görüntüler vardı. Aceleden nedenini öğrenemedim. Ama Belediye Hizmetleri Sergisi afişi asılı olduğuna göre konuyla ilgilidir sanırım. Sonuçta Mehteran da bir belediye hizmeti.

Yola "Allah Allah!" nidalarıyla devam ettim... şaşkınlıktan değil, gaza geldiğimden... Sonra Rodos'u ve Makendonya'yı fethettim... Sonra ise metroda kartım bittiği için aktarma yapamadım, bilet gişesi aradım... Alakası yok ama, Eryaman çok uzak. Bir saat kırk dakikada gidebildim.

26.03.2010

AT ŞEYSİ, KAZ BOKU

Belediyenin gözü kalkmasın diye buraya hemen yazmadım; ama yolun kalan kısmı dün sabah asfaltlanmıştı. Üç ayrı işlemle 50 metrelik kanalı bir haftada kapatan belediyeye teşekkürü bir borç biliriz.

Şimdi sizlerin de gördüğü üzere boylu boyunca iğreti şekilde dökülmüş asfalt at şeysine konmuş kelebek gibi duruyor.

Bu arada merak edenler için belirteyim, sağ tarafta kaz boku rengindeki apartman bizimki.

25.03.2010

BÖYLE BİR MEMLEKET

T.İ.G.E.M. - EFSANE KADRO


T.İ.G.E.M. yılları. Futbolun yemek içmek kadar doğal bir ihtiyaç olduğu yıllar.

Soldan sağa, arka sıra: Enver, Anıl (Mabu), Murat, Zafer
Soldan sağa, ön sıra: Mustafa, Emre, Bora

Hayatımın en güzel günleri günde en az beş saat futbol oynadığım günlerdi. Dünyanın bugünki halini almadan önce futbol topu olduğuna ve aslında herkesin bas gitardan türediğine inandığım yıllardı. Eve dönüp de atletimi sıktığımda banyoya akan terimin sesi sanki dünyanın kurtuluşu için çok emek sarfetmişim de semeresini topluyormuşum gibi muzaffer gelirdi bana.

Patlayan onlarca top, eskiyen onlarca ayakkabı... Yüzlerdeki mutluluk...

24.03.2010

BORUYA DÜĞÜM


Hep demişimdir, "Bizim esnaf yaratıcı." diye. İşte size Ulus'ta bir dükkan önü. Yaratıcılıkta dönüm noktası: 150 mm'lik alüminyum boruya düğüm. Daha nasıl dikkat çeksin adam.

23.03.2010

GÜVERCİN K-9


Bu kuş Ankara'da çok meşhur. Almanya'da İsmail YK neyse bu kuş Ankara'da o, öyle diyeyim siz anlayın artık. Ankara Havası'nda adı geçiyor:

Ama o iş şarkıda öyle. Bu salak hayvanlar ben ne zaman görsem ya yürüyor ya koşuyor; uçma diye bir eylem yok. Hatta birkaçını kovalamayı denedim, bildiğin koşarak kaçıyor beyinsiz.

Burada özellikle yakın çekim yaparak kimi güvercinleri hedef gösteriyor durumuna düşmek istemedim. -Lakin bilinsin ki söz meclisten içeri.-

Her ihtimale karşı uyarmadan da edemeyeceğim, yazıyı protesto için kafama sıçan olursa yuvasını bozarım.

GIDIM GIDIM

Çok Sonra

"Kazma Becerisi" yazımda bahsettiğim yol gıdım gıdım tamamlanıyor. Biraz daha katran ve çakıl bulunursa tamamlanacak.

22.03.2010

KAZMA BECERİSİ

Önce
Hangi Ankara Çankaya'da efsane bir belediye var ya... durup durup seçimlerden önce "Atatürk" diyor, "laiklik" diyor, oy topluyor ya...

İşte o belediye bendenizin daha önce şu adreste belirttiğim üzere (şu adres) bir pazar sabahı bizim sokağı kazmıştı. O zamanlar tarih ocak ortalarını gösteriyordu. Sonra geçen cuma, yani kazıldıktan bir buçuk ay sonra, bir baktım kazılmış kısmın yarısı asfaltlanmış. Ertesi gün bir baktım birazcık daha asfaltlanmış... ama hala asfaltlanmayan kısım var. Belediyenin ya katranı yetmedi ya çakılı.

Sonra
Bizim bu meşhur belediyenin bir sokağı delmesi bir gün, asfaltlaması iki ay sürüyor. Daha da tamamlanmadı... 'Arkası Yarın' usulü iş yapıyorlar... Olsun, bu da bir beceri.

Seçimlerden önce başlarlar yine milleti sömürmeye.

21.03.2010

ELLERİNİZDEN GAGALAR



Nihayet beklenen gerçekleşti ve balkondaki yavrular dünyaya geldi. Geçtiğimiz haftanın ayazında yumurtaların donmuş olabileceği korkusuyla umutsuz bir bekleyiş içerisindeydim. Hiç olmadı lop yumurta yerim, diye düşünmedim de değil. Ama taktir-i İlahi doğanın dengesini yerine oturttu.

Neyse artık yuvadan uçana kadar hamileri benim. Yemeleri içmeleri olsun, eğitimleri olsun bana ait. Böyle de gani gönüllü bir adamım ben.

KİMİ ZAMAN SAÇLARIM



Kimi zaman saçlarım uzundur.
Yalnızca evden çıkmadan önce derli topludur.
Evden çıktıktan sonra
en küçük bir rüzgarla dalga dalga dağılır.
Saçlarım.

AN-KARA


Medeniyetin beşiği...

...değilse bile Türkiye'nin en medeni şehirlerinden biri kabul edilir Ankara. En azından okumuşu, yazmışı, edeplisi fazlacadır...

...fazlacaydı. Artık Ankara şehirde yaşama adabını bir kenara bırakmış insanların (gönülsüz olarak 'insan' yazıyorum) kendilerine yer bulduğu, çoğunlukta olduğu koca bir çöplük.

İşte, bu gördüğünüz ağaç dibi Çankaya'da bir otobüs durağı kenarında. İnsanın çevresine, çöp koymayan belediyenin insanına saygısı bundan fazla değil.

20.03.2010

HAFTASONU



Haftasonu böyle geçti. Bugün cumartesi; ama kabul etmek gerekir ki bugünün etkisi yarına da sarkacak.

Çok sevdiğmiz bir büyüğümüzü kaybettik. Ben onu hep sünnet düğünümde bir sağına bir soluna sıçrayıp dans ederek beni güldürmesiyle anımsayacağım.

"Neye gülüyor bu yahu! Ne güzel oynuyorum işte!"

Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.

19.03.2010

BAŞKENT SÜRÜSÜ


Ankara'da elçiliklerin harman olduğu bir semt. Sokakta sürü halinde dolaşan köpekler. Bunların arkasından gelen iki tane daha var...

Başkent. Türkiye'nin göbeği. Sokak köpekleri sürüsü.

18.03.2010

BÖYLE DE PİSLENMEZ Kİ!



İşyerinin balkonunu mekan bellemiş güvercilerin poposuna çözüm bulamadık. Hadi biz çözüm bulamadık neyse; ama o şerefsizler de işi inada bindirip sıvamaya başladı. Ne bir estetik ne yaratıcılık var hayvanlarda, geride bıraktıkları tamamen zevksizlik eseri.

PROTOKOL YOLU'YLA BİR ANIM VAR BENİM



"Protokol Yolu" diye bilinir. Ana damarlardan biridir. Oluk oluk araç akar. Bu yolu gün içerisinde böyle boş görmek uğursuzluk getirir, diye halk arasında bir inanç olsa yeridir...

Ben gördüm. İşte tam da böyle, fotoğrafta gördüğünüz gibi gördüm. Heyecanlandım, ne yapacağımı bilemedim ve sırf bu boşluğu değerlendirebilmek için birkaç kez karşıdan karşıya geçtim. Dans ederek geçtim, ellerim ceplerimde geçtim, yolun ortasında aklıma bir şey gelmiş gibi durup düşünerek geçtim...

Böyle bir anım var benim, paylaşmak istedim.

16.03.2010

EH!

Şehir trafiğine karışmış radyo dinliyorduk. Sevdiğimiz bir şarkıcı sevdiğimiz bir şarkısıyla kulaklarımızın pasını silmeye başladı. Şarkının en güzel kısmında kadının sesine yine hayran kalmıştık ki arkadaşım:

“Karıdaki sese baksana ..ına koyayım.” dedi.

Yanlış anlaşılmasın, bu bir taktir ifâdesiydi.