Sayfalar

www.mabutuner.com

31.12.2011

OTUNUZDAN YILBAŞI MESAJI

Dostlarım! Facebooklular, Twitterlılar, Googlelılar ve tabii ki Çorumlular, İç Erenköy'den Vasfi, Şaşkın Bakkal'dan Ali Kemal, Çinçin'den Deli, Ayvalık'tan halamgillerin komşusu Aysun abla, ikizler Işınsu, Pırılcan ... Tüm inançlara saygılı biri olduğumdan tüm İslam aleminin Noel'ini kutlarım. Noeliniz mübarek olsun.

Ben Yılbaşı geceleri eğlence furyasına kapılanlardan değilim; eğlence olursa eğlenirim o ayrı. Yani Yılbaşı olması şart değil. Mesela bu gece için arkadaşları bir yere gitmeye ikna edemediğimden yine kitap okuyarak, gerçek bir ot gibi yeni yıla gireceğim. Yeni yıla nasıl girersen öyle devam eder, derler ya; işte bu teoriden yola çıkarak yeni yılımın ot gibi geçeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Ne okuyacağım? Halil Ataman'ın Harp ve Esaret (Doğu Cephesi'nden Sibirya'ya) adlı anı kitabını okuyacağım. Tavsiye ederim. O dönemin Türkiye'sine ilişkin gözlemler, gerçekler, hatıralar ve güzel bir anlatım.

Ama saat on ikiyi vurmadan arayan olur da "Anıl, neredesin Allaa'sen, eğlencenin dibine vuruyoruz, sensiz tadı çıkmıyor!" diyen olursa... sıcağım yani.

Herkesin yeni yılını kutlarım. Sağlık ve huzur'dan başka bir şeye ihtiyaç yok aslında..

29.12.2011

CUMHURBAKANININ KULAĞINI KİM ÇEKEBİLİR?

Ne oldu Cumhurbaşkanımızın kulağına?.. Bu kulağın hâli ne!!!.. Cumhurbaşkanı kulağı çekilen değil, kulak çekendir... Tanrım, oh Tanrım!!! Nereye gidiyor bu memleket!!!

Bir dakika... Ama Cumhurbaşkanımız mutlu... demek ki korkacak bir durum yok...Yaşasın Cumhuriyet!


28.12.2011

TOPLUM ÖRNEĞİ

Şu sahneye* bir bakın hele hele... Arkada iki kişi demir madenine kazma sallıyor. Bir diğeri gidip gelip odun taşıyor. Ya şu öndeki hıyar ne yapıyor? Elinde mızrak, hemen yanı başındaki bir geyiğe salla salla vakit harcıyor. Yani ben müdahale etmesem öyle, sabaha kadar mızrak sallayacak... Te'Allaaam ya! Sinirim bozuldu. Bu toplum nereye gidiyor böyle? Birileri harıl harıl çalışırken birileri boşa mızrak sallıyor... Hayır bir de hayvan yaralı, bir vuruşta ölecek; onu beceremiyor. Kaytarıyor hıyar!
 
*Age Of Empire

27.12.2011

2011'DE DİNLEDİĞİM TÜRKÇE ŞARKILAR

2011 yılında dinlediğim Türkçe şarkılar neler? İşte geri sayım... Albümlerin bazıları 2011'den hemen önce, 2010'da çıkmış olabilir; ama ben 2011'de en çok bunları dinledim. Özellikle ilk 5'i tekrar tekrar dinledim... ve özellikle 1 numarayı günde en az üç kez dinlemezsem kendimi iyi hissedemiyorum; hastasıyız.


Şimdi haklı olarak akla şu soru gelebilir: Kaç albümü aldın, kaçını indirdin?

Hemen cevap vereyim: MFÖ ve Bülent Ortaçgil'i aldım tabii ki. Henüz almadım; ama internetten biraz dinledikten sonra Ayhan Sicimoğlu Latin All Stars albümüne de sıcağım... Diğerlerini almadım, almam; çünkü onların hedef kitlesi ben değilim, artık rastlamazsam dinlediğim bile söylenemez.


22.12.2011

Nesine? Hem Büyüğüne, Hem Garantisine!

Biliyorsunuz Yılbaşı Özel Çekilişi Türk Milleti için geleneksel bir heyecandır. Çekiliş yapılırken herkes ekran başına kilitlenir, sizin numaralarınızı taşıyan topların çekilmesi için dualar edilir. Biletinize sonuna kadar güvenirsiniz çünkü onu, uğurlu olduğuna inandığınız bayiden almışsınızdır. Lakin gelin görün ki hep amorti!

Biz de sevgili bloğunuz olarak araştırdık ve son 10 çekilişin 2 tanesinin büyük ikramiyesi Nesine.com’da satılan Milli Piyango biletlerine çıktığını gördük. Bu nedenle biz de dedik ki, neden bu blogda da Nesine.com biletlerinden satmıyoruz? Şanslı okurlarımızın ayağına kadar getirmiyoruz? Hatta bir de üzerine neden bomba gibi bir kampanya yapmıyoruz; 5‘er adet biletten oluşan Amorti garanti paketi alana 1 Amorti Garanti demiyoruz?

Sizce de buradan daha şanslı başka bir yer var mı? TIKLA, HEMEN BİLETİNİ AL!

Şansımız dönecek diye saatlerce kuyrukta beklerken aslında farkında olmadan şansımızı kaçırıyoruz. İnanın hiçbir şey sizi o kadar beklemez! Demem o ki; yılbaşında biletlerinizi benim bloğumdaki link üzerinden alın, siz kazanın biz de mutlu olalım!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

20.12.2011

HABERTÜRK'TE...

Fotoğraftaki hanımefendi Ece Üner habere şöyle başlıyor:
"Şike iddianamesinin klasörlerini Habertürk ele geçirdi..."
Yani burada bir habercilik başarısı var. 'Ele geçirmek' var... 

Konu hakkında ayrıntıları almak için muhabire bağlandığımızda ise haber şöyle veriliyor:
"...İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi geçtiğimiz hafta içerisinde iddianameyi kabul etti ve bugün de yetmiş klasörden oluşan ek delilleri hem müvekkillere hem de basına dağıttı..."
Dikkatinizi çekerim, muhabir 'dağıttı' diyor. Ele geçirildiği iddia edilen ek klasörler resmi elden herkese dağıtılmış. Sunucu ise 'Habertürk ele geçirdi' diyor.

Yorum yapmıyorum artık ben!!!

15.12.2011

GOOGLE ŞAMPİYONLARI AÇIKLANDI

Google'da 2011 yılında en çok aranan kelimeler, kişiler listelenmiş. Haberin tamamı Habertürk'te.

Haberi okudum; beni ilgilendiren bir arama yok. Daha ziyade Türkiye'deki aramalar verilmiş ve onların da neler olduğunu aşağı yukarı biliyoruz. Ama dünya çapında yapılan aramalarda tanımadık, bilmedik bir isim ilk sırada yer alıyor: Rebecca Black. (Bilmem bileniniz var mı?) Doğal olarak insan merak ediyor: Kim bu Rebecca Black!

Google'da birinci olmuşu Google'da aramak gerekiyor ki söz konusu şahsın nasıl, neyle ünlendiğini bileyim, düşüncesinden yola çıkarak aradım ve ilk sırada şu video çıktı: Rebecca Black-Friday.

Tipik bir teen-age şarkısı... ama bir şarkı düşünün ki yaklaşık on bir buçuk milyon insan izlemiş olsun, yalnızca yetmiş beş bin kişi beğensin ve üç yüz bine yakın kişi -yani beğenenlerin dört katı- beğenmesin. Bu sonuçlardan tahmin edeceğiniz üzere şarkı berbat. Ben link verdim; ama dinleyin diye değil, dinleyeceğim diye inat ederseniz arama zahmetine girmeyin diye. Ararsanız (tavsiye etmem) sizin de göreceğiniz üzere kızcağız pek aman aman bir kız değil. Düz topçu, bir Alex değil mesela. Ben de Rebecca'nın yerine Alex'i koydum. Canım yaa!



13.12.2011

FACEBOOK'TA YAZDIĞIM İLK YAZIM

Facebook furyası almış yürümüş... Yıl kaç? 2007-2008 ... ama geç kalmadan Facebook'a üye olmanın gerekliliğini fark etmişim ki kullanımının tüm ahaliye açıldığı 26 Ekim 2006 tarihinden bir yıl sonra, 7 Ekim 2007'de, (muhtemelem güzel) bir pazar günü, hoşuma giden köle çiziminin altına, ilk yazı için çok cool duran notumu yazmışım:


 
İNSAN EN ÇOK KENDİSİNİN KÖLESİDİR...

10.12.2011

BU BİR İLK (HEM DE İ'SİZ)

Sevgili okurlarim, bu benim android tabletten yazdiğim ilk yazim. Benim için bile büyük bir adim değilken insanlik için hiçbir anlam ifade etmemesi gayet doğal.

Lakin büyük bir sorun var sanirim: i harfinin olmamasi üzücü. i harfi zaten olmadiği için hangi harften bahsettiğim anlaşilmamiş olabilir diye şöyle açiklayayim: i harfinin üstündeki noktayi sildiğinizde elinizde kalan noktasiz i'den bahsediyorum. Bu nedenle canimi sikan şeyler için, yanliş anlamalara mahal vermemek adina, onlarin sikici değil, bayici şeyler olduklarini yazacağim. Ayrica gün gelir de iki veya daha fazla nesne, durum, ortam, coğrafi koşul arasinda kalirsam veya çok tuvaletim gelirse bile kesinlikle sikiştiğimi yazmayacağim, 'zordayim' yazacağim; ama siz onu noktasiz i'lerle anlayin ki sikişmişim.

Keza yazilarimda, önem verilmesi gereken işler için veya ha düştü ha düşecek şeylere mukayet olunmasi için 'siki tut' ifadesini kullanmayacağim; ama benim bunu yazmamam, bu uyarida bulunmamam sizi gevşetmesin, siz yine de siki tutun.

Havalar soğudu kalin* giyinin. Sağlicakla.


*Ben size 'kalin giyinin' yazdim ama... anladiniz siz onu.

9.12.2011

DESTEĞİNİZİ DESTEKLEMİYORUM

Bizde aydın olmak kolaydır. Kameralar karşısında iki beylik laf edersin, sikkodan bir eyleme katılırsın; aydın olursun.
 
Burada önemli olan aydın'ın katıldığı eylemin bir işe yaraması değildir; önemli olan aydın'ın orada aydınlık yayması ve öncelikle kendini cilalaması, aydınlatmasıdır.

Mesela aşağıda www.hurriyet.com'dan aldığım klasik bir aydın haberi var:
HABER: Artvin’in Hopa İlçesi’ndeki olayları protesto ederken gözaltına alındıktan sonra cezaevinde saçları kesilen Ozan Gündoğdu’ya destek olmak amacıyla saçlarını kestiren 3 gencin ’tanınmamak için saçlarını kestirdiler’ iddiasıyla tutuklanmasını protesto eden bir grup üniversite öğrencisi, Bursa Adliyesi önünde, CHP'li Pavey ve BDP'li Sırrı Süreyya Önder de Ankara'da saçlarını kestirerek öğrencilere destek verdi. Bu arada Behzat Ç. dizisinde Akbaba karakterini canlandıran ve saçlarını kestireceği iddia edilen Berkan Şal'ın saçlarını kestirmeyeceği öğrenildi. DHA
İşte memleketteki aydın kapasitesi ne yazık ki bu kadar: Madem saçlarını kestiler biz de kendi saçlarımızı kestirerek destek olalım...

Eeee, yani? Ne oldu şimdi? Sorun çözüldü mü? Ülkenin bir derdine çare mi olundu? Aydın bunun neresinde?

Yazık bu millete!

29.11.2011

TROYALI KADINLAR

16. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali kapsamında TAL-Tiyatro Araştırma Laboratuvarı'nın sahneye koyduğu Troyalı Kadınlar'ı seyrettim. Jean Paul Sartre'ın eseri olduğunu belirtmekte fayda var; çünkü eserin aslı Euripides'in. Sartre kaleminden Ayla Algan rejisiyle, yorumuyla.

Konu özeti: Truva düşer, fethedilir ve savaş sonrası kentin erkeği kalmaz; sıra kadınlara gelmiştir. Kadınlar korku dolu bekleyişlerle yavaş yavaş paylaşılmaktadır.

Sartre eseri çağına uyarladığı için koşullara gönderme yapan vurucu sözler var. Bu nedenle eser, tiyatral işlenmekten ziyade, trajedinin içine makale sıkıştırılmış gibi kalmış kimi zaman. Trajedi kısmı çok tiyatral, makale kısmı çok öğretici. Siz bu iki çağ arasındaki uçuruma ezgilerle Anadolu çağrışımlarını da ekleyin. O ezgilerin bir artısı, 'bizden' diye düşünmenizi ve oyuna uzak kalmamanızı sağlıyor.

Ben oyunu pek beğenemedim; oyunu tatsız kılan unsurların başında ağıt vurgusunun sürekli aynı tonda, aynı vurgularla, ne yazık ki sunni bir kurguyla aktarılması geliyor. Oyuncular oynamıyorlar, oynanmışı taklit ediyorlardı sanki... Sadece oyunun başında gördüğümüz Boglarka Csösz? Kim? Playboy'a poz vermiş bir fotomodel. Oynayamayacağından değil; ama sırıtıyordu işte. Niye o?.. Ayrıca Andromakhe'yi canlandıran oyuncu o rolün görkemini taşımıyordu bence. Kraliçe Hekabe'yi canlandıran Ayla Algan? Yorum yok... Bir tek Kassandra'yı canlandıran oyuncuyu bir kenara koymak isterim. Gayet başarılıydı.

Dekor yoktu; ama dekorun yokluğuyla yok olmuş bir kent havası da yaratılamamıştı. Dolayısıyla oyuncuların nerede oldukları, ne yaptıkları belli olmuyordu. Seyirciyi de o havaya sokmakta zayıf kaldı dekor(!).

Ayla Algan'ı seyretmek için oyuna gitmeyi düşünen varsa hiç heveslenmesin, zaten tek perdelik olan oyunda Algan'ın replikleri beş satırı geçmiyor ve bunlar dışında oyunculuk sergilemesini gerektirecek bir sahne olmadığından ağıt görüntüleri vererek devam ediyor Ayla Algan.

Oyun hiç mi bir şey anlatmıyor, diye sormayın. Anlatmaz olur mu! Elbette çok şey anlatıyor; ama dekor ve oyun zaafıyla birleşmiş genel manada bir elektrik eksiği vardı.

28.11.2011

BUGÜN BENİM DOĞUMGÜNÜM

Yurttaşlarım, Romalılar!!! Canlarım yaa! N'örüyonuz! Aşk acısı mı çekiyonuz! Çekmeyin, gelin canlar yek olalım.

Bugün benim doğumgünüm; çay içiyorum, yatağımda uzanmış Karabükspor-Bursaspor maçını seyrediyorum ve babamın öldüğü yaşta olmama daha 8 yıl var... Doğumgünümü kutlayan kutlamayan tüm dostlarıma, arkadaşlarıma, akrabalarıma, tanıdıklarıma teşekkür ederim... Canımsınız! Ben sizlersiz yokum.*

Şimdi siz böyle mesajlarınızı Facebook'a yazmışsınız ya, nasıl bir duygu fırtınası yaşadım, dudaklarım titr titr titredi... Bu koca adamı ağlattınız ya, helal olsun yani! Demek o yıkılmaz denen demirperde ülkesi duvarlarımın gerisinde duygusal bir insan, bir sevgi kelebeği, aşk böcüsü varmış. Haycan gibi mutlu oldum.

Doğumgünümü sms ve e-mail ile kutlayıp fazladan bonus vermeyen Bonus, Flexi, Fenerbahçe Bonus kartları yaratıcısı Garanti'yi, fazla dakika hediye etmeyen TürkCell'i, 'Bu ay bedava!' demeyen DigiTürk'ü, Emlak Vergisi 2. taksidini hatırlatan Bodrum Ortakent Belediyesi'ni, deve yüküyle alış veriş yaptığım halde bir hediye süveter yollamayan pinti alış veriş sitelerini ve 5 TL'lik hediye Spor Toto kuponunu esirgeyen Bilyoner'i kınıyorum. Allahınız yok sizin!

Ve siz yurttaşlarım, Romalılar!!! Ellerinizden, gözlerinizden, yanaklarınızdan öpüyorum ve koskocaman yüreğimle (doktor teşhisi) hepinizi kucaklıyorum.


(fotoğrafa tıklayınız)

Halk dilinde: Ben sizlerle varım.

22.11.2011

ARTURO Uİ'NİN ÖNLENEBİLİR YÜKSELİŞİ vs. CHP

16. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali kapsamında Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu Berthold Brecht'in Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi'ni seyrettim. Tüm ekip çok çok iyiydi; özellikle Arturo Ui'yi oynayan Kağan Uluca (aşağıda) ve birkaç rolün birden üstesinden gelen Ayşegül Sünetçioğlu (aşağıda) harikaydılar. Bir belediye tiyatrosundan böyle başarılı bir oyun beklemezdim; BBŞT beni şaşırttı.

Konusundan bahsetmeyeceğim, ancak çağlar boyu insanlık gündeminin örtüşen özelliklerinin bir bütün içerisinde sergilenmesi ve bu benzerliklerin zaman zaman sınır ve tarih değiştirmesi ilginçti. Oyunun temposu Brecht'in huzur içinde yatmasını sağlamıştır sanırım. Seyircinin bir an bile kopmasına izin vermiyor 'önlenebilir' yükseliş.

Bir tek kötü yan vardı dün gece: CHP. Oyun bitti, alkış furyasıyla birlikte hem oyuncular hem biz coşmuştuk ki sahneye çiçek ve plaketle iki kişi çıktı. Önce plaketi Ui'ye verdiler, kısa bir konuşma. Ardından çiçeği kadın oyunculardan Ayşegül Sünetçoğlu'na verdiler ve gereksiz, uzun, içinde CHP'deki görevlerin ve CHP'nin sorumluluğunun(!) da seyircinin kulağına kulağına, algısına algısına geldiği bir konuşma. Alkışların temposu çoktan kesilmişti. Kimse ne olduğunu anlamadı. Sonra bu kişiler oyuncularla el ele tutuşup tekrar selama durdular. Cılız ve ne için alkışladığını anlamayan bir kalabalık haline dönmüştük bile.

CHP'nin olmadık yerlerde kendini gösterme çabası sempati yaratmaktan ziyade itici oluyor. Bulundukları yere CHP damgası vurma çabası! Bakalım ben seyirci olarak gittiğim bir tiyatro festivalinde CHP'yi alkışlamak istiyor muyum? Bakalım tiyatro festivalinde olmanın hazzını yaşayan bir oyuncu CHP' yle birlikte, el ele seyirciyi selamlamak istiyor mu?

Siyaset tiyatro sahnesinde olabilir, olmalıdır da, zira tiyatro siyaset sahnesinde fazlasıyla var; ama tiyatroya asla siyaset bulaşmamalı.



*Fotoğraflar için kaynak: Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu Facebook sayfası.

18.11.2011

BEDELLİ ASKERLİK ÖNERİMDİR

Bedelli askerlik için farklı bir öneri: Paran kadar askerlik yapMA.

Hemen örnekleyeyim: Üniversite mezunu parasız kişi kısa dönem, 6 ay askerlik yapıyor. Geri kalan şöyle:

Para verme 6 ay askerlik yap.
2.000 TL ver 5 ay askerlik yap. (nakit öde yemek sırasında bekleme)
5.000 TL ver 4 ay askerlik yap. (yazıcı ol -tercihli-)
10.000 TL ver 3 ay askerlik yap. (+1 çarşı izni)(nakit öde 2 evci puanı kazan)
20.000 TL ver 2 ay askerlik yap. (+2 çarşı izni)(nakit öde 2 evci puanı kazan)
30.000 TL ver 1 ay askerlik yap. (+3 çarşı izni)(nakit öde nöbet tutma)
40.000 TL ver ense yap.

Herkes kesesine göre... Hayırlı tezkereler. 

12.11.2011

EDA TAŞPINAR VE HALKI

Twitter'da karşıma Eda Taşpınar'ın adresi çıktı. Twitter tavsiye ediyor ya "similar to" diyerek, işte oradan. Bu dediğim karşılaşma 22 Ekim'de. O dönem Eda Taşpınar'ın adresindeki bilgiler aşağıdaki gibi:

Eda Taşpınar toplamda iki tweet yazmış ve ikisini de 29 Eylül 2010'da yazmış... Dikkat!!! 29 Eylül 2010... Neredeyse bir yıl önce... Bir kişiyi takip ediyor ve kendisi 15.135 (onbeşbinyüzotuzbeş) kişi tarafından takip ediliyor... Yani hiçbir şey yazmayan birini, sırf popüler olduğu için 15.135 (onbeşbinyüzotuzbeş) kişi takip ediyor.


Eda Taşpınar'ın tweet'ine rastladığım gün bu güldürüyü, bu saçmalığı yazayım dedim. İşler, güçler derken yazmayı unuttum. Bugün, soğuk bir Ankara akşamında, evimde çayımı yudumlarken yazmayı düşündüm. Aklıma, ilk kaydettiğim (yukarıdaki) eski sayfayı değil, yenisini (aşağıdaki) eklemek geldi... ve ne görsem beğenirsiniz... Hanımefendi hâlâ bir şey yazmamış; ama takipçi sayısı 747 artmış. 15.882 (onbeşbinsekizyüzsekseniki) kişi.

Yazık bu memlekete.



9.11.2011

HÜSRAN*

konuşacak birilerini bulmalar
dünyanın güzel anlarıdır

dinleşecek birilerini bulmalar
dünyanın güzel anlarıdır

dünyanın en güzel anlarıdır
insan gibi insan bulmalar


*şiir yazamam ben

6.11.2011

BAYRAM MESAJIM

Biliyorum biliyorum, benden yine bir bayram mesajı bekliyorsunuz... Yazımın başında hatırlatayım ki timsah derilerinizi timsah gözyaşları dökenlere bağışlayın. İlk gün sakatatları tüketin, sakat atları vurun.
Ama herkes bütçesi kadar; yani ben bu kurbanda tavşana kadar geriledim, korkum o ki önümüzdeki bayram Hamsi keseceğim. Buna da şükür...
Kapağında 'New York Times Bestseller' yazan kitaplara para verenler hariç herkesin bayramını kutluyorum. "Mabu'nuz size kurban olsun." derdim; ama bunu fırsat bilip gırtlağıma binerek 'Kendi istedi' savunmasıyla ilk celsede beraat etmeyi bekleyen düşmanlarım olduğu için diyemiyorum.
Öpüyorum benim aziz kardeşlerim. Sizlerin nezdinde tüm İslam âleminin Kurban Bayramı mübarek olsun.
 
www.mabutuner.com

3.11.2011

BU NE ŞİMDİ

Bu ne şimdi!!!

Türkçe'nin berbat kullanımını geçtim... içeriğin çirkinliği de cabası...

2.11.2011

ÖLÜM HABERİNİ TELEVİZYONDAN ALAN ADAMIN DRAMI

Haftaiçi her akşam saat 19:00'da Bloomberg HT'de Gülin Yıldırımkaya ile Gündem'i seyrediyorum ya... Dünki programda öleceğimi öğrendim... gerçi bunda abartacak bir şey yok, hepimiz öleceğiz... işte kare kare kara haber...

1. Bölüm: Gülin Yıldırımkaya benim sorumu konuklara yöneltiyor:



 2. Bölüm: Uzmanlar nasıl bir durumdan bahsettiğimi kavramaya çalışıyorlar. Bu arada Gülin hanım haberci sezgileriyle ölümle pençeleşme olasılığımı fark ediyor; ancak yayıncı profesyonelliğiyle, gerilim yaratmadan, gülümseyerek benden durumuma açıklık getirmemi bekliyor.


3. Bölüm: Acı gerçekler yüzüme bir tokat gibi patlıyor. İki uzman da acil servise gitmemi, üstelik acilen gitmemi, ölümle pençeleştiğimi söylüyorlar. Ve Gülin hanım bana, programının sadık izleyicisine kıyamıyor, ciddileşiyor... ve izleyicilerini kaybetmemek için herhangi bir zorlanma hissedersek bırakmamızı tembihliyor...


 4. Bölüm: 
Final Sahnesi: Mabu'nun İsyanı - İç / Ev / Akşam....................................................(Mabu)

Mabu kütüphanesi önünde hayata
isyan etmektedir. Kahrolmaktadır!
Kitabevine yürüdüğü o güzel günler
geri gelmemek üzere eskide mi
kalmıştır yoksa... yoksa...

                                                  Mabu: Tanrım!!! Oh, Tanrım!!! Neden ben! Haayııııır!


 İşte böyle a dostlar... 

1.11.2011

FACEBOOK YAP... GİBİ...

Facebook'ta profil resmimi değiştirdim... ama profil resmini değiştiremedim. 

Birincisi 'resim' değil 'fotoğraf', ikincisi fotoğrafım profilden değil, ön cepheden. O halde teorik olarak profil resmimi değiştirmedim; çünkü öyle bir şey hiç olmadı. Pratikte ise profil resmimi değiştirdim; çünkü profil resmi ile neyin kastedildiği anlaşılıyor.

Sanki şunun gibi bir şey: Bebek susamışsa 'su' diyemez 'bu' der; ama biz ahmak olmadığımız için bebeğin 'bu' diyerek 'su' demek istediğini hemen anlarız. Büyüyünce 'su' demeyi öğrenir. Ya da Fatih Altaylı 'Gaaaassaray' der; ama biz onun 'Galatasaray' dediğini anlarız... ve o hep 'Gaaassaray' der... gibi...

Ama bunlara kafayı takmamak lazım; çünkü Facebook zaten garip Türkçeli bir yer. Facebook'a girmek için "Giriş Yap", Facebook'tan çıkmak için "Çıkış Yap" deniliyor... o zaman yazmak için "Yazı Yap", beğenmek için "Beğeni Yap" ve doğal olarak yorumlamak için "Yorum Yap" demek gerekiyor... gibi...
Facebook'u İsmail YK'ya havale ediyorum... "Havale Yap" gibi...

30.10.2011

DİKKAT!.. TELEGOL YAYINIDIR

Cristiano Ronaldo İnsan Mı?.. Test sonuçlarını açıklıyoruz...
Kanaltürk'te Serhat Ulueren yönetimindeki Telegol spor programını bilmeyen var mı! Erman Toroğlu, Ziya Şengül, Gökmen Özdenak ve Kaya Çilingiroğlu.

Her seferinde farklı yorumlarla gündem yaratma çabası insanlara neler yaptırıyor! Güzel bir örnek:

Cristiano Ronaldo İnsan Mı?.. Test sonuçlarını açıklıyoruz...
'Test sonuçları' ne demek! Ne yaptılar adama? Nasıl bir test uygulandı acaba? Sonuç ne çıktı?

Cristiano Ronaldo insan mı acaba!


26.10.2011

SOYAK KADIN RUHUNU ÇÖZMÜŞ

Aşağıda izleyeceğiniz reklamın başını ve sonunu kestim; ama en can alıcı kısmı kaldı. Tipik bir kadın bakışı, kısa ve öz:




Hiç itiraz istemem...

24.10.2011

Van için Herkes Tek Yürek!

Van Depremi'ne duyarlılık gösteren ve zor durumda olan depremzedelere yardım elini uzatmak isteyen vatandaşlarımız için bir liste hazırladık. Aşağıdaki kanallardan dilediğinizi seçerek yardımlarınızı en kolay şekilde Van'a ulaştırabilirsiniz:

1. KIZILAY
2868'e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki "Türk Kızılayı" hesaplarından bağış yapabilir. Ayni bağışlar Türk Kızılayı lojistik merkezleri ve şubeleri tarafından kabul edilecektir. Tüm Kızılay şubelerinin iletişim numaralarını buradan öğrenebilirsiniz.

2. AKUT
Tüm GSM operatörlerinden 2930'a göndereceğiniz AKUT yazan bir SMS ile AKUT'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Kredi kartını kullanarak internet üzerinden bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız CardFinans ya da diğer banka kartlarını kullanarak bağışta bulunabilirler.

Havale/EFT için Banka Hesap Numaraları;
T. İş Bankası - Gayrettepe Şubesi - TR14 0006 4000 0011 0800 6666 63
Finansbank - Gayrettepe Şubesi - TR92 0011 1000 0000 0001 9576 70
Garanti Bankası - Ortaklar Cad. Şubesi - TR26 0006 2000 3570 0000 0029 30

3. BAŞBAKANLIK YARDIM KAMPANYASI
Başbakanlık tarafından Van’da yaşanan deprem nedeniyle başlatılan yardım kampanyası çerçevesinde saptanan banka hesap numaralarına buradan ulaşabilirsiniz.

4. KARGO FİRMALARI
Yurtiçi Kargo, PTT Kargo, MNG Kargo ve Aras Kargo yardım gönderilerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

5. HÜRRİYET EVLERİ
Deprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan ve kış öncesinde evsiz kalan Van için Hürriyet Gazetesi de büyük bir seferberlik başlattı. Hürriyet, Van’da kış koşullarına dayanıklı, mutfak, banyo ve tuvaleti olan "Hürriyet Evleri" kuracak. Kızılay işbirliğinde başlatılan kampanya ile her biri 6 bin liraya kurulacak evler, evsiz kalan vatandaşlara sıcak bir yuva olacak.

Van Depremi - Hürriyet Gazetesi Bağış Hesapları
T. İş Bankası Mithatpaşa Şubesi
4228 - 0971947 / IBAN TR370006400000142280971947 
T.C. Ziraat Bankası Kızılay Şubesi
Hesap No 685-2868-5189 / IBAN TR060001000685000028685189
Garanti Bankası Kızılay Şubesi
Hesap adı: Van Depremi - Hürriyet
Şube: 082 Hesap No: 6294703 / IBAN TR72 0006 2000 0820 0006 2947 03

Yapacağınız ufak bir yardım zor durumdaki bir çok insanı hayata bağlayan bir umut olacaktır. Mesajımızın ulaştığı herkesi, deprem bölgesinde yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımıza yardım etmeye davet ediyoruz.


Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.


23.10.2011

adidas adipower Predator Intersport Özel Koleksiyonu Şimdi ve Sadece Intersport Mağazalarında!



adidas, tutkunun olduğu her yerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Son olarak, yeşil sahaların tozunu attıran Xavi’nin başrolde olduğu viral videosu ile dikkat çekiyor.

Xavi videosuna bu linkten ulaşabilirsiniz.

Tüm dünyada yalnızca Intersport’a özel tasarlanan ve sadece Intersport mağazalarında satışa sunulan adidas adipower Predator® koleksiyonunu Xavi test edip onaylıyor. İşte bu yüzden slogan: “Yeni adipower Predator®’ün gücüyle topa hâkim ol. Tıpkı Xavi gibi”.

adidas adipower Predator® Intersport özel koleksiyonu, A Milli Futbol Takımı oyuncusu ve Galatasaraylı futbolcu Selçuk İnan’ın da tercihi.

Üstelik 30 Ekim 2011’e kadar sadece Intersport mağazalarında bulunabilen adidas adipower Predator® Intersport özel koleksiyonundan alışveriş yapanlara bir adet de futbol topu hediye ediliyor.

Daha fazla bilgi için www.intersport.com.tr


Bir bumads advertorial içeriğidir.

22.10.2011

CİNAYET RADARA BENZEMEZ


Radara yakalanmak... nasıl bir suç?

Hızlı gidiyorsunuz, size tanınan sınırı aşıyorsunuz. Kimseye bir zararınız var mı? Yok. Henüz yok. Olmayabilir de... olabilir de... Radara yakalanmak henüz kimseye zarar vermeden, zarar verme tehlikesi nedeniyle yakalanmak...

Fenerbahçe'nin durumu için 'radara Fenerbahçe yakalandı' deniliyor. Klasik Türk basını işte. Biri düşünmeden bir laf eder, geri kalan bütün düşünme özürlüler onun peşinden gidip lafı sakız ederler... her zamanki gibi... üstünde düşünmeden...

Fenerbahçe şike yaptıysa bundan mağdur olanlar olmuştur muhakkak. Belki başkası şampiyon olacaktı? Belki küme düşen takımlar değişecekti? Belki kulüp gelirlerinde olumlu olumsuz değişiklikler olacaktı? Belki bir şehrin ekonomisi değişecekti? Ve birçok belkiler...

Şike radara yakalanmak değildir; şike futbolun cinayetidir. Fenerbahçe yargılanacaksa cinayet'ten yargılanmalıdır.

Ama... kim cinayet işlemişse cezasını çekmeli. Katil suç anında yakalanmamış olabilir; ama bu durum katilin kimseye zararının dokunmadığı anlamına gelmez. Katil eninde sonunda yakalanır ve yakalandığında cezasını çeker; çünkü cinayet radara benzemez.

20.10.2011

TFF'NİN KINAMASI KİME, TEPKİSİ KİME?

Türkiye Futbol Federasyonu'ndan açıklama:
"Türkiye Futbol Federasyonu, yaşanan terör saldırılarını kınamak için tüm profesyonel ligler ve Bölgesel Amatör Lig ile A2 ve gençlik geliştirme liglerindeki maçların 3 dakika geç başlatılmasına karar verdi."
Üzerinde durmak istediğim kelime 'kınamak'. 'Kınamak' için TDK "Yapılan bir işin kötü olduğunu belirtir bir biçimde söz söylemek, ayıplamak, takbih etmek." diyor. Tarama Sözlüğü'nde 'cezalandırma' anlamı da geçiyor; ancak biz günümüzde 'sözlü tepki' anlamında kullanıyoruz 'kınamak'ı.

Yukarıdaki açıklamada 'kınamak için' ifadesi kullanılmış; yani sözlü tepkiye ek olarak bir de fiili tepki gösterileceği belirtilmiş. Nitekim Habertürk bu eylemi şu alt başlıkla vermiş:  
"TFF, terör saldırılarına tepki göstermek için maçların 3 dakika geç başlatılmasına karar verdi."
Burada dikkatimi çeken kelime 'tepki'. Kelimenin birçok anlamı var; bizimle ilgili olanlar: "Herhangi bir etkiye cevap olarak doğan, genellikle olumsuz söz veya davranış. Karşılık verme. Toplumsal ilişkilerde özellikle değişmelere karşı çıkan ve kurulu düzeni sürdürmeği* ya da yeniden kurmayı amaçlayan tutum ve eylemler."

Tepki'yi kime gösterirsiniz? Etki'ye neden olana, kusuru olana tepki gösterirsiniz. Pekiyi o halde, TFF tepki için niye maçları üç dakika geç başlatıyor? Üç dakika geç başlayan maç kime tepki? Bir işe yarayacağını bilsem "Maçlar oynanmasın!" bile diyeceğim; ama aradaki bağlantıyı kuramıyorum. Bu eylemde tepkiden etkilenen, zarar gören kim? Aslında tepkiden etkilenmesi gereken kim?

TFF bir tepki mi göstermek istiyor? Öyleyse, takımlar arasındaki adaletsizliği önlesin, taraftarlar arasındaki nefreti söndürsün ki spor camiası yekvücut olmak için Türk milletinin şehit vermesine ihtiyaç duymasın... Yoksa bu 'kınama, tepki' kararının(!) da TFF'nin soruşturmalar sürecinde verdiği uyduruk kararlardan bir farkı kalmayacak.



*TDK’nın sitesinde yazım hatâsı... TDK'ya yazdım, bakalım ne cevap alacağım?

17.10.2011

NTVSPOR RADYO İLE KOLTUKTAN TRİBÜNE

Radyo... maçların televizyondan yayınlanmadığı dönemde radyodan dinlerdik maçları... Bir maçı dinlerken ses kısılırdı ve ana kumanda masasından "Mikrofonlarımız..." diye başlayan bir anonsla başka bir kente, o kentteki maça giderdik...

Televizyondan maç yayınları başladığında doğal olarak maçları radyodan dinlemek ikinci plana düştü. Hem görüp hem dinlemek varken neden sadece dinlemekle yetinelim ki! Radyolarımıza yolculukta, iş başında, piknikte ihtiyaç duyuyorduk... ya da elektrikler kesildiğinde.

İşte buna benzer bir şey oldu: Lig TV'de Mersin İdman Yurdu - Fenerbahçe maçını seyrediyordum ki Mersin'deki şiddetli yağış nedeniyle yayın kesildi. Biraz bekledim; ama yayına dönemedik bir türlü. Aklıma radyolar geldi; NTVSpor Radyo reklamını yapıp duruyordu. Hemen NTVSpor Radyo'yu açtım; tık yok. Reklam var, tanıtım var; maç yok! Acaba maçı anlatmıyorlar mı, diye düşünürken bir de baktım NTVSpor Radyo ile Lig TV aynı anda yayına başladı... Kısacası şu anlaşıldı: NTV'nin radyo yayını sahadan değil, ekran karşısından...

Gerçekten durum böyle miydi, yoksa Lig TV yayınını kesen yağmur tüm yayıncıları mı vurmuştu? Merakıma hâkim olamadım, NTV'yi aradım. Acı gerçek şu ki NTVSpor Radyo yayınlarını televizyon karşısından yapıyormuş.

Radyoculuk... olay yerinden değil; televizyon karşısından... atmosfersiz; koltuğa yayılarak... -mış gibi yaparak.... habercilik...

NTVSpor Radyo tanıtımda ne deseler beğenirsiniz:

NTV Spor Radyo, Süper Lig maçlarını deneyimli kadrosuyla anlatıyor, tribünlerin bütün heyecanını radyoda yaşatıyor.

Bir soda verin bana!

İRFAN ŞAHİNBAŞ ve STÜDYO SAHNE

Devlet Tiyatroları'nın demeyeceğim, tiyatro tarihinin en berbat sahnelerinden ikisi İrfan Şahinbaş ve Stüdyo Sahne.

İki sahne yan yana, GİMAT'ta. Ankara'yı bilmeyenler için söyleyeyim, GİMAT'ın açılımı: Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Toptancıları. Toptancıların ortasında iki sahne. Yakınlarında yerleşim yeri yok. Villalar, apartmanlar, siteler, hattâ gecekondular bile yok. Hemen yanında makina parkı var, kamyonlar, kepçeler, römorklar var. Civarı toptancı depolarıyla dolu.

Bir tiyatro için hayatınızda görüp görebileceğiniz en kepaze mekanda iki tiyatro... ve giderek genişleyen bir yerleşim. Yeni yeni çalışma alanları yapılıyor. Tenis kortları, voleybol sahaları yapılmış. Gişedeki kızın dediğine göre düğün salonu varmış. Her yer yemyeşil, güzel güzel ağaçlandırılmış, çiçekler açmış. Tüm bunlar ne için anlayabilmiş değilim!

Ulaşım mı? Arabası olmayanlar için oyundan bir saat önce Büyük Tiyatro'nun yanından otobüs kalkıyor. On beş dakikada tiyatroya gidiyor ve siz orada kırk beş dakika oynunu başlamasını bekliyorsunuz. Neden? Gördüğüm kadarıyla arabası olmayan bazı oyuncular da aynı otobüsle oraya gidiyor. Yani bu derece gidilmesi zor bir yerde... iki tiyatro: İrfan Şahinbaş ve Stüdyo Sahne...

İçerisi tam teşekkül. Yok yok. Gittiğim son oyunda sahnede deniz vardı. Bildiğiniz deniz. Tüm sahne suyla doldurulmuş, havuz oluşturulmuştu. Etraf ışık, projektör kaynıyor. Ne tarafa baksanız kumanda masası var. Altyapı tamam... ama seyirciler âdeta işkence çekiyor. Birinde numarasız ve düğün salonu gibi eğimsiz, düz bir zeminde, önünüzdeki kafalardan bir sağ bir sol sıyrılarak; diğerinde ise metal bir tribüne monte edilmiş kumaş koltuklara oturarak seyredebiliyorsunuz. Akustik mi? Gülünç olmayın! Ne akustiği, rezalet. Ses duyuluyor elbette; ama tiyatro seyrettiğiniz hissini alamıyorsunuz.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü nasıl bir düşünceyle bu iki sahneyi (ve nedense çevresini) beslemeye devam ediyor ben çözemedim. Yalnızca şunu söylemek isterim, oyunlara gelen hemen hemen herkes mutsuz. Allah rızâsı için şu sahneleri düzgün yerlere taşıyın ve tiyatro dünyasını bu kepazelikten kurtarın.

14.10.2011

'VİFNELİ PAFTA' DEMEK

Bazen ağzıma bir kelime takılır, anlamsız yere tekrarlayıp mutlu olurum, olur olmaz yerlerde aklıma gelir mutlu olurum; içimden söyleyerek değil, bastıra bastıra söyleyerek mutlu olurum. Nedenini bilemem; ama mutlu olurum. Mutlu olmak az iş mi yani!

Bugünlerde yeniden dilime yapıştı... VİFNELİ PAFTA!

Tahmin ettiğiniz üzere VİFNELİ PAFTA 'Vişneli Pasta' demek. Yaklaşık bir yıl kadar önce birinin takma adıydı VİFNELİ PAFTA. Olur olmaz söyler olmuştum VİFNELİ PAFTA'yı. Sonra o kişi kayboldu ortalardan. Ama âniden değil, "Ben gidiyorum, sıkıldım." dedi, "Dur, gitme." demeye kalmadan gitti. Ağzımda bir VİFNELİ PAFTA bırakarak gitti. İtiraf ediyorum ki zamanla unutmuştum VİFNELİ PAFTA demeyi ve mutlu olmayı. Geçen gün bir de baktım geri dönmüş, sesleniyor: "Biri vifnelipafta mı dedi ya..?"... Edepsize bak!

Dedim tabii ki, ben diyorum işte: VİFNELİ PAFTA!

11.10.2011

ANKARA'DA DOLU YAĞDI

Ankara'da dolu yağdı, hem de dolu yağdı... Gökten bunlar düştü... Tovbe tovbe!.. Hayatımda gördüğüm en büyük dolu taneleriydi... Çok korktum!
 


  

9.10.2011

FOX TV HABERCİLİĞİ İKTİDARA KIYAMADI

48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'Sanatta Sosyal Sorumluluk' ödülünü alan Rutkay Aziz'in konuşması çok ses getirdi. Konuşma bu kadar ses getirince ister istemez haber yapılmak zorunda kalındı.

Elbette haberden habere fark var. Mesela iktidara yaranmak isterseniz konuşmanın önemli bölümlerini, esas ses getiren bölümlerini kesersiniz; daha genel, daha evrensel kabul görecek kısımlarını yayımlarsınız.

Fox da Rutkay Aziz'in konuşmasının törene damga vurduğunu söyledi; ama habercilik cesaretini gösteremedi, iktidara kıyamadı, AKP ile arasının bozulmasını istemedi ve damga vuran bölümler olarak sadece şu kısmı yayımladı:
"...Dünyanın gerçeğine dönüyorsunuz, savaş çığlıkları, açlık, işgal, sömürü. İşte gerçek sanatçılar bunlara tanık olmakla yükümlüdürler..."
Konuşmanın başından ve ortasından "...Benim Türkiyemin gerçeklerine tanık olduğum olay hukukun üstünlüğünün yittiği..." ve "...'parasız eğitim' diye pankart açan genç arkadaşımın on altı ay tutuklu kalması; ama Şili'de o çocukların devrim yapması..." bölümleri kullanıldı. Konuşma katledildi, daha doğrusu biraz şekle şemâle sokuldu. 

Ama konuşmanın vurucu bölümü verilmedi:
"...Gerçek sanatçılar ülkesinin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür. Benim Türkiyemin gerçeklerine tanık olduğum olay hukukun üstünlüğünün yittiği, adaletsiz bir kalkınma gidişinin hızla yol aldığı (alkışlar), 'parasız eğitim' diye pankart açan genç arkadaşımın on altı ay tutuklu kalması; ama Şili'de o çocukların devrim yapması (alkışlar)...burada festival kadını tema alıyor, dünyanın hiçbir yerinde kadın, çocuk bu kadar cinayete, tacize mahrum kalmıyor. Goethe'nin dediği gibi 'Dünyanın en tehlikeli hâli, cehaletin örgütlü eyleme geçme hâlidir.' Bu da benim ülkemin bir gerçeğidir..."
İşte memlekette bu sansürcülere, bu tribüncülere 'haberci, gazeteci' deniyor. Daha yazardım; ama kamera çekiyor.

İlgilenenler için Rutkay Aziz'in konuşması:


MUTLAKA GİDİN... MUTLAKA!

Uzun uzadıya opera yazıp sizi sıkacak değilim; ancak yazmadan da edemeyeceğim: 

Tosca'da Mario Cavaradossi'yi oynayan İhsan EKBER'i muhakkak dinlemelisiniz. 3. Perde'de "E lucevan le stelle"i söylediği an... tek kelime ile olağanüstüydü, tüylerim diken diken oldu, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanki benim sesim bir haltmış gibi, sanki çok da anlarmışım gibi birçok sesi beğenmem; ama İhsan EKBER kesinlikle mükemmel. 

Eseri merak edenler için ünlü tenor Placido Domingo'dan E lucevan le stelle.


8.10.2011

ALPAY İZBIRAK'I HATIRLAYALIM

Dost Kitabevi'ndeki arkadaşım Volkan'la tiyatro ve tiyatroculardan, Ankara'da tiyatronun yaşadığı 'dönüşüm'den bahsederken söz Alpay İzbırak'a geldi.

İsmen hatırlamayacaksınız Alpay İzbırak'ı... Ne yalan söyleyeyim ben de hatırlayamadım, Volkan hatırlattı. Susam Sokağı'ndaki kırtasiyeci Nihat Amca. 17 Ağustos 2010'da vefât etti... etmiş.

Alpay İzbırak ile ortak bir nokta mı? Onun da blog'u varmış blogspot'ta. Şimdi tıklayıp baksanız http://alpayizbirak.blogspot.com/'a karşınıza 23 Eylül 2008 tarihli, 114. yazısı, son yazısı çıkacak: HADİ ÇAMAN'I YİTİRDİK.

Arşivime baktım, Yalancı Aranıyor (Dimitri Psathas) ve Mutlu Son'daki (B. Brecht) rollerini hatırladım. Bertolt Brecht'in ve Elisabeth Hauptmann'ın kalemleriyle, Kurt Weill'in müziğiyle hayat bulmuş Mutlu Son müzikalinden Sam Worlitzer'in (Alpay İzbırak) şarkısından birkaç dize:
Yeryüzünde her şey artık dert ve tasa / Bu kerhane artık fasa fiso fasa. / Ne saat tutmak, ne silah çekmek / Erkek yok ki kazanalım ekmek.
Blog'undaki "Hakkımda" bölümünde şöyle yazmış Alpay İzbırak:
 "1945 yılında doğdum. 1968 yılında oyuncu oldum. Hâlen oyuncuyum." 


6.10.2011

SEZONU AÇTIM

Nihayet Ekim ayıyla birlikte perde açıldı... Ve ben sezonumu Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ile açtım. Yöneten Semih Sergen...

Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ismini bilirdim; ama nasıl bir oyun olduğunu bilmezdim. Meğerse bilirmişim ucundan kıyısından... Mesela Ahmet Vefik Paşa'yı bilirdim de bu denli tiyatro hayranı olduğunu, Bursa'da insanları zorla tiyatroya yolladığını bilmezdim. "Para denen bok, bu şehirde yok." lafını bilirdim de Paşa'nın bunu kendinden vergi isteyen hükûmete telgraf olarak çektirdiğini bilmezdim. Ermenilerin çeşitli zanaatleri olduğunu bilirdim de Türk Tiyatrosu'nda bu denli etkin olduklarını bilmezdim. "Matmazel bana verir misin elini?" diyen kantoyu bilirdim de bu oyunda söylendiğini bilmezdim. Yıllar önce Münir Özkul'a Saygı Gecesi'nde Özkul'un attığı tiradı bilirdim de o tiradın bu oyunun final tiradı olduğunu ve Münir Özkul'un oyunun 1978'deki ilk gösteriminde rol aldığını bilmezdim.

Oyuna Batı tiyatrosu ile Türk tiyatrosunun çekişmesi gözüyle bakmak mümkün. Moliere uyarlamasında Fasülyeciyan ile Küçük İsmail fikren karşı karşıya gelirler. Ahmet Vefik Paşa'da farklı bir şeyler ortaya koymak düşüncesiyle olaya dâhil olur. Artık bunun üstüne siz ne düşünürseniz: Ne kadar batı olmak? Ne kadar Türkleştirmek? Ne kadar yenilik? Ne kadar gelenek? Ne kadar âhlak? Ne kadar tabu? vs vs...

Salonun genelinden aldığım tepkilere göre oyun pek anlaşılmadı, özellikle ilk perde bittiğinde kimse hoşnut değildi. Olayların başlangıcı havada kaldı sanki. Açılışı yapan Fasülyeciyan ekibinin, dönem tiyatrocularının neler çektiği oyun içindeki oyun provalarıyla sekteye uğradı. İnsanların kafası karıştı. Oysa Türk tiyatrosunun seyrine ilişkin ciddi eleştiriler ve yorumlar vardı. (Belki de ben yanlış yorumluyorum.)
 
İkinci perde daha hareketli; ama seyirciyi işin özünden koparan bir tempoda. Gırgır, şamata, yükselen sesler derken olay örgüsü sekteye uğruyor. Perdeler arası bağ çok sağlam durmadı gibi. Bütünlük olarak elbette güzel; ancak özellikle genç seyircilerin bu tamlamayı yapabildiklerini sanmıyorum.

Şiddetle tavsiye edebileceğim bir oyun değil açıkçası...

*Fotoğraflar Devlet Tiyatroları'nın sitesinden.
**Söylemeden edemeyeceğim, tiyatroda cep telefonunu kapatmak yerine sessize almak modası sönmek üzere... umarım...
***Ayrıca: Oyunculardan Eren Oray (Kareli takımlı) çok kilo vermiş; umarım bir sağlık sorunu yoktur.