Sayfalar

www.mabutuner.com

28.05.2012

GÜNAYDIN... ANKARA'DA SABAH

Sabah 05:00...
Kuş sesleri ve yağmur.

Günaydın.




25.05.2012

CERMODERN: GİZLİ OYUNCAKLAR UZAYI

Neye niyet neye kısmet. Dün ikinci kez Dali sergisini ziyarete gitmek istedim. CerModern'e* ulaştığımda nedense Dali sergisini gezesim kaçtı. Aşağı katta 3-Haziran'da sona erecek başka bir sergi vardı: Draško Dragaš & Ratko Odalović: “Gizli Oyuncaklar Uzayı”...

İki sanatçının tarzları birbirine hiç benzememekle birlikte tek başlık altında bir sergi açmalarının mantığına anlayamadım... -düşünün yani o kadar uzağım konuya.

Draško Draga'ın çalışmaları hoşuma gitmedi, estetik gelmedi bana; ama Ratko Odalović'in çalışmalarındaki zenginlik ve çocuksu taraf tam bana göreymiş. Kendimi gerçekten oyuncak uzayında, bilmece çözme yarışında buldum. Adamımsın Odalović.

Bu arada CerModern yönetimine iletilir mi bilemiyorum, yine de ışıkların resmin bir noktasına yönlendirilmesi eleştirimi görevlilere ilettim. Resmin üst kısmı koyu, ışık alan alt kısım parlak görünüyor. Resim dediğinin temeli ışık değil mi? Bakın, öyledir, demiyorum; ama bence ışık en önemli unsurmuş gibi geldi bir an. 

İşte adamım Odalović'in çalışmalarından bir örnek: The Secret Life Of Metropolis. Ve daha sonra yakın plan çekimlerini göreceksiniz, böylece tablonun sakladığı ayrıntıları yakalama fırsatı bulacaksınız. (Ayrıntılı çekimlerde renkleri biraz parlattım.)

The Secret Life Of Metropolis

 


 





Bir örnek daha: Uzman Manzaraları... ve ayrıtıları...

Uzman Manzaraları




Draško Dragaš 'tan iki çalışma.

Anıt
Arazi Sahibi


*CerModern yazıldığı gibi okunuyor. 'Cer' trenlerin bakıma çekildiği yer demekmiş, -Ankaralılar bilir- CerModern'in olduğu yer eskiden Cer'di.

22.05.2012

MABU'NUN SALATASI

Salvador Dali sergisine gittikten sonra entelektüel boyutun doruklarına ulaştığım için sanatçı ruhumu keşfettim. Ancak sanata gark olacak kapasiteyi kendimde bulamadığımdan en son erkek arkadaşı tarafında da yine o geceden sonra terkedilmiş kızlar gibi kendimi mutfağa attım.

Bir de ne göreyim! Meğer içimdeki o sanatçı ruhu hep varmış. Meğer bana lisede 'ustaların ustası', üniversitede 'üstadların üstadı' denmesi boşa değilmiş.

Üstüme düşen ruhumu serbest bırakmaktı... ve ben de sanatıma güvenerek kendimi özgür bıraktım... ve işte ortaya bu şaheser çıktı.


Bu eserimde yeşillerle doğanın dengesine dikkat çekiyorum. Ancak fark ettiyseniz yeşilleri kenarda kullandım, yani doğanın kenara itilmişliğini vurguluyorum. Hemen yeşillerle kesişen kırmızılar üzerinden insanoğlunun vahşetine dikkat çekmeye çalışıyorum. Bu benim sanatçı sorumluluğumun gereği. Domatesler üzerindeki nar ekşisiyle aslında kanamaya vurgu yapmak istedim. Bu kanama hem içsel hem de dışsal (intenal/external) olarak algılanmalı ki birey-toplum çatışmasına verdiğim ağırlık iyi anlaşılabilsin. En üstte görünen et parçacıkları ile insanın bedenen bölünmüşlüğünü günlük hayat içerisindeki koşuşturmayla ortaya koymaya çalışıyorum. Arka plandaki bira ile hayatın bir sidik yarışından farksız bir hale gelmesini eleştiriyorum.

Haycan gibi entelim lan! Sanatın doruğuyum.

18.05.2012

VENEDİK TACİRİ, YAŞLI GOBBO VE SHAKESPEARE

Ankara Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen Venedik Taciri üzerine görüşlerimi yazmıştım ve şayet okuduysanız hatırlayacağınız üzere dünya tarihinde bir ilke imza atarak gelecekte yazılacak bir yazıya link vermiştim. İşte o link bu yazıya çıkıyor.

Okuyacağınız bu yazıda büyük olasılıkla daha önce hiç düşünülmemiş bir Venedik Taciri yorumu okuyacaksınız.

devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com

17.05.2012

VENEDİK TACİRİ - DEVLET TİYATROLARI ANKARA

Venedik Taciri… William Shakespeare…

Son yılların moda değimi ile ‘ötekileştirme’yi anlatıyor. (En azından biz günümüzde o bakışla yorumluyoruz.)

Konuyu kısaca özetlemek gerekirse: Shylock (Tamer LEVENT) tüm Yahudiler’e görülen haksız muameleye maruz kalan bir Yahudi tefecidir. Venedik’te ne kadar itilip kakıldıysa, ne kadar yüzüne tükürüldüyse, ne kadar aşağılandıysa içine atmıştır.

devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com

15.05.2012

BİR YAZ GECESİ RÜYASI - DEVLET OPERA VE BALESİ ANKARA

Bir Yaz Gecesi Rüyası… William Shakespeare'in romanından uyarlama… Modern Dans Topluluğu…

Biliyorum biliyorum, hiç kendinizi zorlamayın, “Sen modern danstan ne anlarsın!” diyen alaycı mouse tıklamalarınızı duyar gibiyim; ama ön yargılarınızdan sıyrılıp önce bir okuyun…

Kitapçıktan alıntıyla:


devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com

14.05.2012

FENERBAHÇE-GALATASAYAR (12.05.2012) - SÜPER FİNAL SONRASI OLAYLAR

Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’ndaki olayları yerinden takip etmiş biri olarak o rezilliğin gelişimini ve nedenlerini size anlatmaya çalışacağım. Önce birinci video, sonra kısa bir görüntüsüz bölüm, sonra ikinci video üzerinden gideceğim.

Aşağıdaki 1. videoda görüldüğü üzere Galatasaray maç bitiminde nedense polis halkası içine alındı. Maç süresince tribünlerde hiçbir taşkınlık yaşanmamıştı. Öyle gereksiz bir polis halkası taraftarda ‘Sanki bir şey mi yaptık da böyle hareket ediyorlar.’ psikolojisi yarattı. Ama mesele bu değildi. Fenerbahçe taraftarları saha ortasında dağınık halde duran Fenerbahçeli futbolculara “Bu taraftar sizinle gurur duyuyor!” diye tezahüratlarda bulunuyordu. Taraftar bir süre stadyumu boşaltmadı. Aslına bakılırsa olaylar olmasaydı stadyumdan çıkmak zorunda kalmasaydık daha da beklerdik. İlk dakikalarda gördüğünüz dumanlar tribünlerde yakılan meşalelerden geliyor. 47. Saniyede sahaya atıldığını gördüğünüz meşale kimseye atılmış bir meşale değil. Aşağıda özel güvenlik var, ama meşale eli arkasında kenetli duran özel güvenliğe değil, öylesine sahaya fırlatılıyor. Henüz kale arkalarında hiçbir olay yok.


1. videodaki 2. dakikada Galatasaray kendiliğinden, olay yokken, tünele doğru ilerliyor. 2’’38’de bir meşale atılıyor şeref tribününün olduğu kapalı tribünden; kalabalığın ortasına bir yere düşüyor, kimse önemsemiyor; çünkü devamı yok, tek bir meşale atılmış. Herkes sakin.

Anonsu duyduğumuz 3. dakikada kameranın çektiği açıya göre sol taraftaki Telekom kale arkasının bize yakın alt köşesindeki taraftarla polis arasında bir gerilim yaşanıyor. Henüz sökülmüş koltuk göremiyoruz ortalarda. Polis parmaklıklara kadar yaklaşmış taraftarı geri püskürtüyor, henüz biber gazı kullanılmamış. Sanırım sahaya atılan meşaleler var ve muhtemelen üç beş dangalak sahaya atlamaya kalkmış olmalı. Sonra, 1. video 5. dakikada, o köşede malzeme olduğunu gören basın mensupları oraya doğru koşmaya başlıyorlar. Basın koştuğuna göre korkacak bir durum yok ortada, tehlike olsa basın gitmez.

Polislerin bir şey yapmayacağını bilen taraftar isyan duygusuyla, cesaretle koltukları söküp sahaya, polise atmaya başlıyor ve aslında bir yandan da yavaş yavaş tribünlerden çıkıyor. Nitekim videonun sonunda stadyumu dolaşan kamera tribünlerin yavaş yavaş boşalmakta olduğunu gösteriyor.

Bu paragrafta anlatacaklarımın kayıtları yok, gördüklerimi yazacağım: Polis tam sahanın köşesinde, saha çizgilerinin üstünde bekliyor. Maratondan tek bir yabancı madde bile atılmıyor. Kale arkasındaki taraftar koltukları söküp attıkça polis anlamsız yere geri çekilmeye, daha ziyade kaçmaya başlıyor. POLİS KAÇIYOR? İşin ilginci tribünlerden sahaya açılan kapılar kilitli değil. Taraftar kapıyı açarak rahatça sahaya giriyor ve polis onu geri püskürteceğine kaçmaya başlıyor. Hâlbuki polis o noktada kalkanları kullanarak, hattâ cop kullanarak sahaya girenleri püskürtse hiçbir sorun çıkmayacak. Burada bence polis taraftarı kışkırtmaya çalışıyor.
 
2. videoya geçiyoruz… Sahaya girenlere bakın lütfen, toplasanız on beş, yirmi kişi, arkası gelmiyor bile ve buna rağmen polis kaçıyor. Bunu gören tribünlerden başkaları da sahaya girmeye başlıyor, sayı artıyor, polis tünele doğru resmen kaçıyor. Polis kaçıyor diye özel güvenlik de görev yerini terk edip disiplinden kopuyor. Bu esnada maraton tribününden de atlayanlar oluyor; ama on kişiyi geçmez maratondan atlayanlar. (Maraton tribününden plastik tabure atılıyor, onlar tribünde ne arıyor anlamadım. Güvenlikçilerin herhalde?) Kale arkasından giren taraftar aynı koltukları kaldırıp kaldırıp polise atarak ilerliyor. Karşı tribünden hiç koltuk atılmıyor dikkat ederseniz, hep kale arkasından sökülen koltuklar tekrar tekrar atılarak ilerleniyor.


2. videonun 35. Saniyesinden itibaren biber gazı sıkılmaya başlanıyor. Yani taraftar giriş tünelinin önüne kadar gittikten sonra. Biber gazıyla birlikte taraftar tekrar geldiği tribüne dönmeye başlıyor. Kalabalığın arkasındaki kesimin bir şey yaptığı yok zaten, sürü psikolojisiyle sahaya girmiş, üstüne gelenleri görünce geri kaçıyor tribüne. Dikkat edin maratona kaçan insan sayısı on, en fazla on beş. Migros kale arkasından (sağdan) giren yok, sadece meşale atlıyor ki zaten yarısından fazlası boşalmış bile. Birileri Migros tribününde de -nedense açık tutulan- kapıdan sataşıyor polise; ama sahaya giren yok (görüntü incelense sahaya sızmış birkaç kişi görülebilir), sekiz on tane de koltuk sökülmüş. İşte bu sırada biber gazının kokusu bütün tribünleri sarıyor. Az önce sahaya giren kalabalığın olduğu Telekom tribünü 2. videonun 2. dakikasında neredeyse tamamen boşalmış. Yani sahaya girilmesi ve sahanın boşaltılması 2 dakikalık bir süre. Videonun sonuna doğru polisin yoğunlaştığı yer Migros kale arkasında (sağda) bahsettiğim açık tribün kapısının olduğu yer. Ancak daha fazla dayanamıyoruz ve boğazımız, gözlerimiz yanarak, öksürerek kaçmaya, tribünleri boşaltmaya başlıyoruz. Bir kısım insan tribünün üstüne koşup sarkarak temiz hava çekmeye çalışıyor.

Olayları başlatan aslında biber gazı oluyor; çünkü maraton tribünü hiçbir olaya karışmamışken biber gazını yiyince kudurmuşa dönüyor. Merdivenlerde ve çıkışta polis aleyhine konuşmalar, sloganlar başlıyor. Caddede görüyorum ki maratondan çıkan polise sövüyor ve eline geçeni fırlatmaya başlıyor. Hiç yeri yokken maraton seyircisi sinir küpüne dönüyor. Özellikle bu ifadeyi kullanıyorum; çünkü maratonda maçtan dolayı özel bir kızgınlık, çıldırmışlık yoktu. Herkes mağlubiyeti ve şampiyonluğun kaybedilişini olgunlukla karşılamıştı. Futbolcuları alkışlamıştı.

Polisin kale arkasını zamanında kontrol edememesi ve daha kötüsü onların sahaya girmesine göz yumup kaçması bence bilinçli yapılmış bir hareketti. Kapıların açık olması, polisin giriş tribününe kadar kaçması bence bilinçliydi. Yok, bilinçli değildiyse böyle polis olmaz. Bu kadar korkak, yaptığı işi beceremeyen adama güvenilmez.

O günkü sorumlu kimse bu işin hesabını vermeli. Fenerbahçe Kulübü bu işin takipçisi olmalı.

10.05.2012

ORKESTRA - DEVLET TİYATROLARI ANKARA


Orkestra… Yazan: Arthur Miller… Çeviri: Yıldırım TÜRKER… Yönetmen: Ayşe Emel MESCİ...

“Auschwitz” desem konuyu özetlemiş olurum sanırım… İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin toplandığı Nazi toplama kamplarından belki de en bilineni Auschwitz...


devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com

7.05.2012

ANTIGONE - DEVLET TİYATROLARI İSTANBUL

Antigone… Yazan: Sophokles… Çeviren: Sabahattin Ali… Uyarlayan-Yöneten Kenan IŞIK…

Önce kısa bir özet vereyim sonra hem eleştirilerimi yazacağım hem de günümüz bağlamında oyunu yorumlamaya çalışacağım. Ağır eleştirilerimi ise en sona sakladım.


devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com

2.05.2012

TEK KİŞİLİK ŞEHİR - DEVLET TİYATROLARI ANKARA

Tek Kişilik Şehir… Behiç AK’ın şehir hayatı, modernleşme, yeni insan ilişkileri, hatta doğal denge üzerine kaleme aldığı bir tiyatro eseri.

İlk olarak söylenmesi gereken metne sadık kalınmamış bir oyun. Metinden çıkarılan çokça bölüm olmakla birlikte metne eklenen az bir bölüm de mevcut. Ana fikir değişmemiş elbette, mesajda bir sapma yok. 

devamını yeni sayfamda bulabilirsiniz: www.mabutuner.com